28 Mayıs 2010 Cuma

2016 Avrupa Şampiyonası...

Büyük umutlar ve büyük hayallerle başladı serüven. Başbakandan tutun, emniyet müdürlerine kadar herkesten mektuplar alındı. Başarırız sandık ama olmadı. Vakit üzülme vakti değil, nedeni araştırma vaktidir.
Öncelikle çok şey kaybettik. Anadolu'ya yapılacak yatırımlar, yeni spor alanları vs... Fakat bunları yapmak için neden şampiyonayı bekleyelim ki? Neden bunları yapıp, 2020 için aday olmayalım? Neden futbolumuzu geliştirmek için illa bir turnuva beklemek zorundayız?
Bu katılım süreci bize çok şey gösterdi. Devletimiz bu statları yapabilecek ödenekler çıkartabiliyormuş. Hatta o kadar güzel statlar yapmanın bedeli de çok yüksek değilmiş. Turnuvanın oynanacağı yerlere ulaşımı götürekleri tren yolları ve hızlı trenler yapılabiliyormuş. Hatta otobanlar 6 sene içinde bitebiliyormuş...
Olimpiyat stadını nasıl bir mantalite ile dosyaya kattılar anlamış değilim. Anlamam mümkün değil zaten. Kadir Has'ta yapılan sunumda " en az 70.000 kapasiteli bir stat olmak zorunda" denmişti. Neden Ankara'ya yapılacak stat 70.000 kapasiteli yapılmıyor o zaman? Kimsenin oynamak istemediği, futbolcuların rüzgar yüzünden topa vuramadığı, seyircilerin maç izleyemediği bir yerde sen nasıl Avrupa Şampiyonası oynatabilirsin ki? Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu neden elite kategoride? Bunu hiçbir şekilde açıklayamazlar. Bu kadar basit bu iş. Rantın döndüğü, kimin cebine ne kadar para girdi belli olmayan bir statta maç yaptırmaya çalışıyor insanlar. Şaşıyorum açıkçası.
Şimdi bu yapılacak denen statlar yapılmayacak. Bizde tartan pist sayesinde uzaklaşan, ışıklandırması berbat statlarda maç izlemek zorunda kalacağız. Hatta izlemek için onca yol gideceğimiz statlara, berbat trenlerle yada bozuk otobanlardan gideceğiz. Ondan sonra tekrar aday olur, "yapacağız abi, söz" deriz. Avrupaya tekrar rezil oluruz. Umarım şu statlar ve yollar yapılırda, en azından Avrupalılar gelecek diye, Avrupa standartlarında ulaşıma, statlara sahip oluruz.

Phoenix Suns Neden Alan Savunması Yapıyor?

Lakers Phil Jackson ve Tex Winter'ı Chicago'dan çaldığında, sadece büyük 2 antrenöre sahip olmadı. Literatürde en etkili hücum sayılan üçgen hücumu da getirdi Los Angeles'a. Hatta bu etkili hücumu en iyi uygulayan takım oldu. Önce Shaq- Kobe- Malone -Payton ile başladılar, Bynum- Gasol- Kobe- Fisher olarak devam ediyorlar. İsimler değişse bile iyi pas veren bir uzun ve iyi bir skorer hep var takımda. Tabi skorer olan isim Kobe :) . Boyalı alan, üçlük çizgisinin gerisi, alçak post, yüksek post, hepsi bu hücumun içerisinde olan alanlar. Man to man yani adam adama savunma yaptığınızda screenlerle bir anda adamınızı kaybedebilirsiniz. Fakat alan savunması zaten bu perdeleme olayına cevap olarak yapıldığından üçgen hücumu bozabilen yegane savunma sistemidir.

2010 Playoffların da herkes Suns takımını eleştiriyor, "Neden alan savunması yapıyorlar?" diye. Yukarıda biraz bahsettim, neden olduğunu. Açmak gerekirse, yapabilecekleri tek şey bu!
Kobe Bryant zaten stres altında coşan bir oyuncu. Onu durduramayacağınız belli. Kimi verirseniz verin, durmadan atmaya devam edecektir. Onun şut kullanmasına izin vereceksiniz. Tabi ki "Al Kobe'cim istediğin kadar at" şeklinde değil. Alan savunmasında karşısında kim kaldıysa, en azından şutunu bozmak için elini kaldıracak. Artık kaçırırsa diye. Burada önlem almanız gereken diğer 4 oyuncu ve üçgen hücum. Alan savunması yaparak zaten bu katkıyı da düşürüyorsunuz. Sadece Gasol ile boyalı alanda mücadele etmek zorlaşıyor. Serinin son maçında Gasol-Kobe ikilisinin dışında kalan oyuncular 50 şut kullandı. Bu 50 şutta ise sadece 19 isabet bulabildiler. İşte tam olarak yapmanız gereken bu. Diğer oyuncuların boş şut kullanmasına izin vermemek. Birde Ron Artest gibi kötü bir şutörde varsa rakip takımda, ekmeğinize yağda sürebilirsiniz.

Bu defans sistemi işe yarıyor. Fakat en kritik parça Kobe değil. Lakers bu sisteme hücum edecekse Ron Artest ile değil, Lamar Odom ile oynamak zorunda. Hem pasları, hem şutları, hemde penetreleri Artest'ten çok daha iyi. Hal böyle olunca Suns başarılı olduğu savunma sisteminden vazgeçmek zorunda kalacaktır. Adam adama savunmaya döndüğünde ise zaten boş şutlar yaratılacak ve Suns yenilecektir. Fakat Ron Artest'in son maçta attığı maç kazandıran basket onun benchte oturmasını engelleyecektir. Yani 7. maç için seri tekrar Staples Centre'a taşınacak. Suns, Lakers'ı eleyebilir mi? Bana sorarsanız evet. Hücumda biraz daha etkili olabilir ve Amare'yi biraz daha oyun içine hem savunmada, hemde hücumda devreye sokarlarsa, hayat Lakers için çok zorlaşır.

18 Mayıs 2010 Salı

Kaçan Şampiyonluk ve Yanlış Anons

Hangi Fenerbahçe'liye sorarsanız sorun, kulübün tarihi ve statla gurur duyar. Stadı beğenmeyen, orada maç izlemekten keyif almayan tek bir adam dahi yoktur. Yönetimde her zaman, "Bizim stat böyle, bizim stat milyon dolarlık bir stat (ona ne şüphe?), bizim stat en üst teknoloji tırı vırı" diye bahseder stattan. Peki 16 Mayıs 2010 gecesi ne oldu?
Öyle bir stat ki, Uefa'nın elit statları arasında yer alan, Uefa kupası finali oynanmış bir stat. Fakat anons yapılan yerde internet bağlantılı bir bilgisayar yok...
Öyle bir stat ki, anonsu yapan kişinin bulunduğu yerde Lig Tv izleyebileceği bir televizyon yok. Hatta stadın içerisinde Fenerbahçe Tv diye bir kanal bile mevcut.
Bütün bunlara rağmen, anonsu yapan kişi taraftarlardan 2-2 haberini alıp, kimseye teyit ettirmeden fevri bir şekilde anons yapabiliyor... mu?
Buna inanmam mı bekleniyor? Hem son teknolojiye sahip bir statta televizyon olmaması, hepsini geçtim bir telefon görüşmesi trafiği, en basitinden bir internet bağlantısı yok mu, buna mı inanmalıyız?
Geçiniz lütfen... Bilinçli bir şekilde yaptırılmış bir anonstur bu. Tel örgülerin olmaması, Fenerbahçe taraftarlarının ikinci bir Denizli'yi kaldıramayacak olması böyle bir çözüme başvurulmasını sağlamıştır. Dikkat edin, şampiyonluk kutlanırken belirli dakikalar içerisinde Fenerbahçe'li futbolcular var... Taraftar sahanın içerisinde eğlenirken yavaş yavaş futbolcular içeri götürülüyor. Onu da geçtim, anonsu yapan kişi taraftardan duydu diyelim, konfeti makinesini çalıştıranın damı haberi yoktu? Peki kimse Selçuk'a "birader dur 2-1" neden demedi?
Futbolcuların başına bir iş gelmemesi için yapılmış bir olaysa, eyvallah...
Şampiyonluğun kaçmasını gizlemek için yapıldıysa, yazıklar olsun!

7 Mayıs 2010 Cuma

Peki Semt ne olacak?


Galatasaray Mecidiyeköy'deki stadın üzerinde bulunduğu arsayı vererek, Türk Telekom Arena'yı yaptırdı. Önümüzdeki sezonun ikinci yarısından itibaren bu statta oynayacaklar. Türk futbolu için çok önemli bir mevzu statların yenilenmesi. Bu yüzden Galatasaray ve bu projedeki herkesi kutluyorum. Her ne kadar arsa satışından sonra, stadın yapımı için harcanan bedel birbirini pek tutacakmış gibi durmasa da...
Türk Telekom Arena, Seyrantepe'de inşa edildi. Güzel bir stat oldu ve Türk futbolu için iyi bir yatırım. Peki ya Galatasaray taraftarının aidiyet duygusu ne olacak? 20 Aralık 1964 yılında resmi açılışı yapılmış olan stat o zamandan beri Galatasaray taraftarına ev sahipliği yapıyor. Çevre esnafının en büyük kazanç kaynaklarından birisi. Maç günleri cıvıl cıvıl olan Mecidiyeköy, artık maç günleri boş olacak. Taraftarlar 1964'den beri stat çevresindeki buluşma yerlerinden ayrılacak. Peki Seyrantepe'ye inşa edilen stada alışma süresi ne olacak? Galatasaray yönetimi bunları düşündü mü acaba?
Kim ne derse desin, iki yakadan da en kolay ulaşım sağlanan stat Ali Sami Yen Stadyumu. Peki Türk Telekom Arena bu kolaylığı yaşatacak mı? Galatasaray - Mecidiyeköy, Fenerbahçe - Kadıköy, Beşiktaş - Beşiktaş semtleri ile özdeşleşmiş kulüplerdir. Galatasaray - Seyrantepe ile özdeşleşebilecek mi?
Aslında sorulması gereken en önemli soru, "Ali Sami Yen Cehennemi" ne olacak? Yani o stat içerisindeki tılsım, Seyrantepe'ye gidecek mi takım ve taraftarlarla birlikte. Galatasaray o stada gelen her Avrupa takımına orayı cehenneme çevirdi. Rakip kim olursa olsun, Galatasaray ne durumda olursa olsun her zaman o stattaki tılsım sayesinde rakiplerine kök söktürdü. Bu geleneği devam ettirebilecek mi Galatasaray?
Fenerbahçe'nin yaptığı gibi, Beşiktaş'ın yapmak istediği gibi, Galatasaray yönetimi de Ali Sami Yen Stadyumunu parça parça inşa etse ne olurdu ki? Eminim Adnan Polat ve yönetim kurulu bunları düşünmüştür. Fakat bir çıkış noktası bulamamıştır. Yoksa Galatasaray'lı taraftarların aidiyet duygusunu iliklerinde yaşadıkları, onlarla özdeşleşmiş semtten taşınma kararını kolay kolay alamazlardı.

4 Mayıs 2010 Salı

Hıncal Uluç ve 04.05.2010 tarihli yazısı...


Hıncal Uluç biliyorsunuz ki spor konusunda soru cevap şeklinde yazı yazıyor. Soruyu kim soruyor belli değil. Diyelim ki kendi soruyor. Kendi sorusuna bile düzgün cevap veremiyor. Nasıl mı?

Fenerbahçe’nin Eskişehir karşısındaki performansı çok beğenildi. Neler söyleyeceksiniz?

Fenerbahçe medyasına hayranım. Bu maç Eskişehirspor – Fenerbahçe maçı değil de Galatasaray – Eskişehirspor maçı olsaydı ki oldu. Prekazi’nin attığı frikik gol hala konuşuluyor. Ama Alex’in, Ivesa’ya attığı frikik gol dillere destan… Prekazi o yılın frikik kralıydı. Alex bu sene ilk defa frikikten gol atıyor. Bütün bir sezon frikikten gol atamayan ayakları duran Alex frikikten gol atıyor. O frikiğin olduğu pozisyonda faul yok. Yaratılmış bir frikik ve Ivesa’nın yediği ikinci gol yenecek bir gol değil.

Peki bu sorunun cevabı ne olurdu?
a) Fenerbahçe'yi beğenmedim, Eskişehir çok kötü oynadı.
b) Fenerbahçe'yi beğendim, Eskişehir'i beğenmedim.
c) Fenerbahçe'yi beğenmedim, Eskişehir'i beğendim, hakem rezaletti.
d) Fenerbahçe hakem hataları yüzünden kazansa da, iyi bir futbol sergiledi
e) Fenerbahçe hakem hataları yüzünden kazandı, rezalet bir futbol sergiledi.

Peki Hıncal Uluç ne diyor? Alex frikikten gol attı diyor. Hıncal Bey soru Fenerbahçe nasıl oynadı?
"Alex'in golü haftanın en güzel gollerinden biriydi, siz ne düşünüyorsunuz?" dense tamam. Maç Fenerbahçe maçı, Hıncal Bey Prekazi diyor. Tamam şahane gol atmıştı ama, 2010 oldu sene. Size sorulan soru Fenerbahçe maçı... Ne alaka yani Prekazi? Ayrıca bütün sezon değil, son 2 senedir Alex frikikten gol atamıyor yanılmıyorsam. Yahu onuda geçtim... Bütün sezon ayakları duran Alex? Daha 2 hafta önce Beşiktaş'a muhteşem bir gol atmadı mı bu adam. Yada ligin ilk yarısında Galatasaray'a 2 gol atmadı mı?
Gelelim hakem hatası yorumuna. Eyvallah kendi yorumudur. Fakat hafızası inanılmaz çalışan sevgili Hıncal Bey, 2007-2008 sezonunda bitime haftalar kala Denizlispor kalecisi Souleymanou Hamidou'nun yediği golü çok çabuk unutmuş.

Siz Eskişehirspor’u bu kadar pasif ve ruhsuz oynarken seyrettiniz mi?
enerbahçe ezmedi. Bu maç Galatasaray – Eskişehirspor maçı olsaydı bu maçın kahramanı Galatasaray değildi. Hiçbir gazete Galatasaray, Eskişehir’i ezdi diye yazmazdı. Bütün gazeteler Ivesa ve maçın hakemini yazardı. Bütün mesele bu. Hakem ile bir örnek vereyim. 32. dakikada Koray’a bir sarı kart çıkardı. O pozisyonu 100 tane hakeme gösterin ve sorun burada sarı kart çıkarır mısınız? Bülent Yıldırım’dan başka çıkarırım derlerse ben özür dilerim Bülent’ten. Bu kadar cömertçe çıkarılmış bir sarı kart. 3 dakika geçmeden ceza sınırında bulunan Selçuk, hatalı bir pas verdi. Bu hatalı pasta Eskişehir’in tehlikeli bir kontra atağı başladı. Selçuk o kontra atağı kesmek için faul yaptı. Adam kesme faulleri sarı karttır. Göstermedi. Nasıl yaptı faulü? Daldı sağ ayağıyla çelme taktı. Çelme takmak sarı kart. Göstermedi… Devam etti ve sol ayağıyla da tekme attı. Tekme atmak da sarı kart... Selçuk’un yaptığı bir faulün içinde üç tane sarı kartlık hareket var. Üç dakika önce Koray’a sarı kart çıkaran Bülent Yıldırım hemen ardından bana sarı kart göster diye bağıran Selçuk’a sarı kart gösteremedi. Fenerbahçe’nin son haftalardaki maçlarına bakın. Ceza sınırındaki oyuncuları tesadüfen kart görmüyor. Emre bu maçta kendini kontrol edemeyince beni alın işaret etti. Emre hakemi de sıkıntıya soktuğunu anladı ve çıkmak istedi. Kaçıncı maçtır Fenerbahçe’ye puan getiren golleri rakip kaleciler akla hayale gelemeyecek şekilde yiyorlar.

Bu cevaplarda ağır suçlamalar var. Yine ben hakemin yerinde olsam dava açarım Hıncal Beye. Yahu "Emre hakemi sıkıntıya soktuğu için çıkmak istedi." ne demektir Allah aşkına? Emre kendini tutamayacak, eyyam yapan Bülent Yıldırım ona kart gösteremeyecek. Yani Fenerbahçe hakemi ayarladı demek istiyor Hıncal Bey. Yok artık demek istiyorum. Aynı maçta Fenerbahçe'nin penaltısını vermeyen başka bir hakemdi sanırım. Hayır birde Fenerbahçe Galatasaray, Beşiktaş, Kasımpaşa ve Eskişehirspor takımlarının kalecilerini tamamen ayarladı. Böyle bir mantığı yanlızca "Arda ile Messi'yi kıyaslamayan, Arda'yı Messi'nin üzerine biraz para ile yollarım." diyen bir adam yapabilirdi zaten. Kendisini tebrik ediyorum.

Ankaragücü – Fenerbahçe karşılaşmasından önce Ankaragücü Asbaşkanı Ayhan Atalay’ın açıklamalarını nasıl buluyorsunuz?

İpe sapa gelmez konuştu. Melih Gökçek bile rahatsız oldu. Melih Gökçek Ankaragücü’nün Onur Başkanı. Şunu düşündüm. Ben Ankaragücü yöneticisi olsam ve Fenerbahçe ile bu maçı satma üzerine bir anlaşma yapmış olsam ancak böyle konuşurum ki millet şüphelenmesin. Aklı başında bir kişinin konuşması değil bunlar. Bu kadar ipin ucunu kaçırmanın da bir amacı olması lazım. Fenerbahçe, Eskişehirspor ve Kasımpaşa’yı yendiği gibi Ankaragücü’nü de yendiği zaman kimse itiraz etmeyecek. Çünkü öyle bir zemin hazırlanıyor gibi geldi bana. Tatsız ve karanlık bir maç olacaktır.

Hıncal Bey burada iyice zıvanadan çıkıyor. 100. yılını kutlayan bir camianın saçma sapan konuşan yöneticisi üzerinden kulübün maçı Fenerbahçe'ye sattığını söylüyor. Birde bu açıklamaların maçı satanlar tarafından özellikle yaptırıldığını söylüyor. Söylüyor da ne dediğini bilmiyor. "Şunu düşündüm" diye bir kelime var yazısında. Evet sayın Hıncal Uluç böyle bir düşünceyi yalnızca sizin gibi insanlar düşünür.

Rahmetli Başkan Özhan Canaydın'ın Lig Tv'ye yaptığı açıklamalar geldi aklıma. Hıncal Bey'in bir konuda haksız olduğunu kendisine kanıtladığını, bunu canlı yayında tartışmak istediğini söylediğinde, "ben Türkiye'ye canlı yayında haksızım" demem dediğini söylemişti.

Her neyse. "Arda ile Messi'yi kıyaslamam" diyen bir adamın yazısını neden okudum bende bilmiyorum. Sadece Alzehimer belirtileri gösteren Hıncal Uluç'a acil şifalar diliyorum.


28 Nisan 2010 Çarşamba

Kobe Bryant'ın sorunu ne?

Kobe Bryant Nba sahnesine ilk adım attığında afro tarzı saçlarıyla çok itici bir oyuncuydu. Bencil ve antipatikti. Pek çok insanı Lakers düşmanı yaptı. Sırf Kobe'yi sevmediği için Lakers yenilsin isteyen insanlar yarattı. Fakat ilerleyen yıllarda, takımın komutasını ele aldığında işler değişti. Artık daha fazla sorumluluk almaya ve daha çok topu paylaşmaya başladı. Eski halinden eser yoktu. Kariyerinin o dönemlerinde inanılmaz şeyler başardı.
Sonraları yaşlanmaya, o fantastik smaçları yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Fakat artık daha iyi defans yapıyordu. Şutları, özellikle post-up sonrası fade away şutunu o kadar çok geliştirdi ki durdurulamaz oldu. Bu sezon yine aynı şut yüzdesi ile başlamıştı. Biraz daha yavaşlamıştı fakat bunu hissettirmiyordu. 11 Aralık günü sağ el işaret parmağını kırıp, bir müddet bu şekilde oynayınca her şey değişti. Şut ritmi o kadar çok bozuldu ki istatistikleri bir anda aşağıya doğru düşmeye başladı. Daha sonra dizinden sakatlandı. Bir kaç ufak sakatlık daha yaşadı bu süreçler içerisinde fakat hiçbir zaman şikayet etmedi. Sürekli olarak takımın yanında ve sahadaydı.
Fazla dinlenme şansı bulamadan, Nba'in en genç takımına karşı oynamak zorunda kaldı. Bu gece oynanan serinin 5. maçında sadece 29 dakika sahada kaldı. 13 sayı attı, 7 asist, 2 top çalma ile oynadı. Eskisi kadar hızlı olmadığı için kolay düdükler çıkartamadı bu sefer.
Kobe serinin beşinci maçına çıkmadan önce %38 ile şut atıyordu. Peki ne olmuştu ona? Sadece sakatlıklar diyebilir miyiz? Evet sakatlıklar çok büyük bir etken. Sağ el işaret parmağı kırık olduğu için şut yüzdesi düşük. Tabi dizide bu şutların kaçmasında önemli bir neden. Maalesef eskisi kadar yukarı zıplamasın da yardımcı olmuyor dizi. Buda Kobe'nin alıştığı açıdan şut atmasını imkansızlaştırıyor. Bu etkisinin haricinde diz sakatlığı Kobe'ye en kötü darbeyi hızını yavaşlatarak vuruyor. Kobe artık eski hızında değil dikkat ederseniz.
En önemlisi ise artık Kobe 31 yaşında. Artık yaşlandı. "Dur, Ne yaptın? Adam daha genç!" diyorsanız, haklısınız. Fakat benim yaş olarak kastım, Nba'de 14. sezonunu yaşıyor olmasından kaynaklanıyor. Bu playoff serilerini o kadar çok yaşadı ki artık omuzlarındaki yük onu gerçekten yormaya başladı. Düşünün, 14 sene boyunca en üst düzey takımda, sürekli olarak şampiyonluk isteyen bir taraftarın karşısında oynuyorsunuz. Oynamakla kalmıyor, bu takımın en önemli yapı parçasını oluşturuyorsunuz. Sürekli olarak sizden en iyisi isteniyor. Mental olarak ne kadar çok yorulup, ne kadar çok yıpranacağınızı düşünün.
Kobe'nin sorunları çok fazla ama tekrar ayağı kalkacaktır. Alıştığımız performansını gösterecektir. Lakin biraz sabırlı olmakta fayda var. OKC serisi sonrası karşılarına kim gelirse gelsin, gerçek Kobe orada ortaya çıkacaktır. Ona bu yüzden "Siyah Mamba" deniyor.
Peki Kobe eskiye döndükten sonra ne olur? Konferans finali oynar, LeBron'a kaybeder. Tatilini yapar ve (bunu istediğim için yazıyorum, yoksa kesin bir şey yok) yazın Dünya Şampiyonası için ülkemize sağlıklı bir şekilde gelir.
.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Win or Go Home!


8 Haziran 2008... Boston Celtics - Los Angeles Lakers final serisi 2. maçı. Leon Powe adında normal sezonda pek varlık gösterememiş bir adam oyuna giriyor. Hemde mecburiyetten. Fakat bütün seriyi değiştiriyor kökünden. Denver'ın 48. sıradan Draft ettiği, fakir bir genç. Hayat hikayesi gerçekten yürekleri dağlamıştı. Peki neden sezon içerisinde duymadık o hikayeyi? Neden Amerikan basını paylaşmak için bekledi bu hikayeyi? Bir haber değeri yoktu evet. Çünkü normal sezonda yaptıklarınızın çok önemi yoktur. Sayı kralı olmanız, en fazla ribaund çeken oyuncu olmanız dışında, sizin benchten gelip katkı yapmanız pek umursanmaz bir kaç hafta haricinde. Playofflar sizin NBA kariyerinizi çizer. Tıpkı Powe'ın kariyeri gibi. 14 dakikada 21 sayı attı Powe. Her top için kendini yerlere attı. Biliyordu ki bu onun için en değerli şanstı. Eline geçen şansı çok iyi değerlendirdi Powe.
2009 finalleri. Orlando Magic - Los Angeles Lakers serisi. İkinci maçta Orlando Magic deplasmanda maçın bitişine 0.08 kala, skor berabere iken son topu kullanma şansı elde etti. Hidayet sezon içerisinde 2-3 kez yaptıkları gibi topu çembere doğru fırlattı. Courtney Lee henüz çaylak sezonunda hayatı boyunca eline geçebilecek en büyük şansı havada yakaladı. Potaya doğru bıraktı topu. Fakat savunma olmamasına rağmen top çemberden içeri girmedi ve maç uzatmaya gitti. Uzatmada kazanan Lakers oldu. Sezon içerisinde takımına, bir çaylaktan beklenmeyecek derecede çok katkı veren Lee bir anda unutuldu. Bir çaylak için fazla sayılabilecek cesaretine, korkusuz oluşuna bakılmadı. Sezon başı takasta kullanıldı.
Buna benzer pek çok örnek vardır NBA tarihinde. Pek çok isim bu şekilde yıldız olmuştur. Sezon içerisinde yaptığınız, gelecek sezon için bazı takımların dikkatini çekebilir. Fakat üst düzey bir yıldız olmak istiyorsanız Playoff'lar ve Final serisi bu hayalinizi gerçekleştirebileceğiniz tek arenadır. Kevin Durant geç ve yetenekli bir yıldız. NBA sayı kralı olmuş bir yetenek. Peki tek başına Thunders'a tur şansı getirebilecek mi? Kariyeri devam ettiği müddetçe serinin 3. maçındaki boş smaçı kaçırdığını kaç kişi unutacak?
Playoff'lar başladı ve dolu dizgin gidiyor. Çok zevkli olmayan serilerde var, "işte playoff maçı budur" dedirten serilerde... Sürprizlerde oluyor. Az önce biten San Antonio - Dallas serisindeki gibi. Kimsenin (benimde) şans tanımadığı SAS 3-1 öne geçti seride. 4-2 alacaklar gibi duruyor seriyi. Suns - Blazers serisi ise kimsenin tahmin bile etmediği bir şekilde gidiyor. Şu anda durum 2-2. Fakat Suns 4-2 alacak seriyi. Bu sürprizlerin dışında sanırım tek sürpriz sayılabilecek sonuç Chicago'nun LeBron'dan 1 maç almayı başarması. Gerçi bu akşam "The King" 47 sayı atarak, "yeter" dedi. Finallere kadar her gece yazmaya çalışacağım bütün seri ve maçları. Bizi izlemeye devam edin. (:

Galatasaray-Bursaspor


Çok zevkli bir maç izlettiler bize bu akşam iki takım. Ligdeki konumlarına yakışır bir futbol kalitesi vardı. Son haftalarda izlediğimiz en tempolu maçlardan biri oldu. Böyle olmasını da bekliyorduk zaten. İki takımında kazanmak zorunda olduğu bir maçtı. Bol gollü olmadı, hatta hiç gol olmadı maçta. Fakat kaçan goller Güiza'yı bile kıskandırırdı. O pozisyonlar gol olsa 3-3 gibi bir skor olurdu sanırım. Lakin top ağlarla buluşmak istemedi bu akşam. Kavgalı iki sevgili gibiydiler.
Hakem Bünyamin Gezer'i ise anlamak gerçekten mümkün değil. Ligdeki en iyi hakemlerden birisiydi. Şimdi verdiği her karar tartışmaya açık. Daha önceden de eleştiriliyordu ama bunun sebebi verdiği yada vermediği kararlar değildi. Futbolculara olan yaklaşım biçimiydi. Şimdi hem o sert tavrı, hemde hatalı kararları yüzünden sanırım en antipatik 3 hakemden birisidir. Ben futbolcu olsam onun yönettiği bir maçta sahaya çıkmak istemem. Hem hatalı karar veriyor, ardından itiraz eden oyuncuyu azarlıyor.
Arda maçtan sonra takımdan ayrılacağının sinyallerini verdi. Umarım kendisi ve Galatasaray için hayırlı olur. Arda kaliteli bir futbolcu. Avrupa'da gideceği ülkeyi doğru seçer ve şansta yanında olursa çok büyük başarılara imza atabilir. Galatasaray onun yerini nasıl dolduracak yada doldurabilecek mi bunu zaman gösterecek.
Bursaspor ise ilk defa baskıyı hissetti bu maçta. Fenerbahçe zirveyi kapmış, bu sefer kazanmak zorunda olan onlardı. Yinede iyi bir maç çıkardılar. Koştular, savaştılar, gol pozisyonlarına girdiler. Şampiyonluk için hala şansları var. Herkes en kritik maçlarının Galatasaray ile oynayacakları maç olduğunu söylüyordu. Bana kalırsa en kritik maçları Kayserispor ile karşılaşmaları olacak. Bu maçta gerçek bir sınav verecekler. Şampiyonluk istiyorlarsa haftaya Kayseri'yi mutlaka yenmeleri gerekiyor. Ertuğrul Sağlam daha önce bu kritik süreçleri yönetmişti Beşiktaş'ın başında iken. Bu tecrübesi ile şimdiki takımının yanında olabilir, onlara karanlık yollarında ışık olabilirse tarih yazacak.

Not: Resim www.ntvspor.net'ten alıntıdır.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Beşiktaş ve Bilica


Olaylı bir derbi maçı daha sona erdi. Hakem kararları yine bir tarafı zıvanadan çıkardı. Beşiktaş Jimnastik Kulübü maçtan sonra hakemin düdüğünü asması gerektiği yönünde açıklamalar yaptı. Peki bu konuda ne kadar haklılar?
Aslına bakarsanız tepkinin hangi pozisyona olduğunu çoğu kişi anlayamadı. Yani Lugano'nun eline çarpan topa, penaltı kararı verilmemesine mi? -Penaltı değil-
Yoksa Ernst'in Emre'ye dirsek vurmasına mı? -Dirsek kırmızı kartı gerektirir-
Aslında İbrahim'in kırmızı kartına da olabilir. -Maç içerisinde 2 defa görmesi gerekiyordu zaten-
En gerçekçi tahmin Bilica'nın penaltı noktasını kazması gibi duruyor. -Sarı gördü zaten Bilica-
Düşündüm de maçın ilk yarısı Güiza'nın Rüştü ile karşı karşıya kalacağı pozisyonda, hatalı kalkan ofsayt bayrağına da olabilir tepki. -Özetlere bile konmamış. Teşekkürler Lig Tv-
Tabi ki yardımcı hakemin Portekizce bilmemesine rağmen Wederson'un küfür ettiği gerekçesi ile oyundan attırmasına da olabilir.
Bu son madde şakaydı. İngilizce etmiştir küfür Wederson.
Peki Beşiktaş yönetiminin bu tepkisi normal mi? Açıkça söylemek gerekirse ben haksız buluyorum. Bilica'nın hareketini tabi ki tasvip edemez futbolu seven bu gözler. Hatta sezon sonunda Bilica gitmeli. Fakat Beşiktaş'ın bu tepkisi neden? Son haftalarda giden şampiyonluk, şampiyonlar ligi v.s olmasa bu kadar konuşur muydu Beşiktaş yönetimi? Bundan 3-4 sene önce Selçuk Dereli'nin yönettiği maçı ne çabuk unuttular? Aslında o biraz eski zaman oluyor, hafızalardan silinmiş olabilir o maç,daha yakın bir tarih lazım. Sezonun ilk yarısındaki penaltı kararı olabilir? Şimdi gündem değiştirmeye çalışıyor Beşiktaş yönetimi. Fenerbahçe karşısında tek bir pozisyon dahi bulamamasını eleştirmiyorlar takımlarının. Bakın basın toplantısında yönetici diyor ki " Hakem raporları elimize geç ulaştı". Muhabir soruyor; "Efendim ne kadar geç ulaştı peki?", yönetici cevap veriyor "Geç ulaştı!".
Az öncede gazetede okudum. Beşiktaş'lı bir yönetici "Beşiktaş Fenere yaklaşınca operasyon düzenlendi!" diyor. Sonrada ekliyor, " Biz bu Fener'i başka bir hakemle 10 kere oynasak 10 kere yenerdik", Sayın yönetici (Mete Düren) bir operasyon olsa bu Ankaragücü maçında yapılır, net olan penaltıları verilirdi. Lütfen camianıza bu sezon yaşattığınız başarısızlığın faturasını bir maça kesmeye çalışmayın. Bunun dışında futboldan anlamadığınızda belli. Tek atağı Beşiktaş'ın penaltı ile sonuçlandı zaten. Karşılığında ise 3-4 net gol fırsatından yararlanamadı Fenerbahçe.
Beşiktaş'ın bu taktiği bu sezon için işe yarayabilir. Fakat bu yönetim anlayışı bir sonraki sezon için Beşiktaş gibi, her tarih sayfasında adı yazılı olan köklü bir camianın sonunu hazırlar.
Birde Çarşı grubunun Fifa ve Uefa'ya mail yoluyla "Avrupa Şampiyonasını Ülkemize Vermeyin" konulu protestosunu bütün medya yanlış yorumladı. Aslında bu tepkinin nedeni "Merkez Hakem Komitesi yada Federasyona yanlı bir yönetim sergiliyorlar, biz hak etmiyoruz bu organizasyonu" değilmiş. Çarşı grubunun Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadında, demirlerin üzerine oturup cinsel organını karşı tribünde oturan bayan taraftarlara sallayan "yaratığa" tepkisiymiş bu mail organizasyonu. Gerekçede şuymuş; "Bakın bizim bu şekilde taraftarlarımız var, es-kaza bize böyle bir organizasyonu ülkemize verirsiniz, bakın bu tarz arkadaşlar ecnebi bayanları görünce neler yapar siz düşünün!"

13 Nisan 2010 Salı

Tim Duncan


Timothy Theodore Duncan,onu kısaca Tim Duncan olarak tanıyorsunuz. Virgin adalarında 25 Nisan 1975 tarihinde doğdu. Spora küçük yaşta gönül vermiş bir gençti Tim. Kalabalık bir nüfusa sahip olmayan Virgin adalarında, herkes gibi oda yüzerek zaman geçiriyordu. Çokta başarılı bir yüzücüydü aslında. Otoriteler onun çok başarılı bir yüzücü olacağını söylüyordu. 1992 Barcelona olimpiyatlarında Amerikan milli takımıyla birlikte yüzecek olan ablası Tricia'yı ve hemşire olmadan önce şampiyon bir yüzücü olan ablası Cheryl'yi örnek alıyor ve adada bulunan tek olimpik havuzda Tricia ile birlikte yüzüyorlardı. 1989 yılının Eylül ayında ise 52.000 kişinin evsiz kalmasına sebep olan Hugo Kasırgasında, adadaki tek olimpik havuzda yıkılmıştı. Okyanusta yüzmeye başlayan Duncan bir müddet sonra köpek balıklarına olan korkusu yüzünden yüzmeden soğudu. Zaten annesinin göğüs kanseri olması onu yeterince üzüyordu.
Hayatının en berbat yılı olarak gösterir Tim 1989 yılını. Çünkü o sene içerisinde, hemde doğum gününden bir gün önce annesini kaybetti. 24 Nisan 1989 yılında Delysia Duncan hayatındaki son gününde oğlu Tim'den ne olursa olsun üniversiteyi bitirmesi için söz aldı. Bu söz Tim'in hayatını kökünden değiştirdi. Ohio'ya taşınıp evlenmiş olan ablası Cheryl, annesinin ölümü üzerine küçük kardeşi Tim'e bakabilmek için Virgin adalarına geri döndü. Cheryl'nin eşi Ricky Lowry daha önce Capital Üniversitesi adına NCAA'de guard olarak ter dökmüş bir oyuncuydu. Annesinin kaybı yüzünden konsantre olamayan, acısını unutturacak bir şey bulamayan Duncan'a eniştesi ilaç gibi gelmişti.Ricky yüzme sayesinde uzamış olan kollarıyla Duncan'ın çok başarılı bir savunmacı olacağının farkındaydı. Fakat yavaş olan ayaklarını hızlandırmaları gerekiyordu. Yaşıtlarına göre boyu uzun fakat ayakları çok yavaştı. Lise'de oynarken hocalarından birisi onun için şöyle demişti; "O kocaman, uzun ve büyük. Fakat çok beceriksiz!".
Tim basketbolu sevmişti. Acısını bir nebze olsun unutmuştu. Daha fazla çalışmaya başladı eniştesi Ricky ile. Ayakları hızlanmaya, şutları gelişmeye başlamıştı. 16 yaşına kadar önemli bir gelişme kaydetti Duncan. Hatta maç başına 25 sayı ortalaması tutturdu. 1992 yılında Nba yıldızlarından, daha sonra Nba'de karşılıklı oynayacağı Alanzo Mourning ile 5'e 5 maç yapma imkanı buldu. Nba'in genç yetenekleri aradığı organizasyonda Tim Duncan üniversitelerin dikkatini çekti. Ama özellikle Wake Forrest Üniversitesi koçu Dave Odom'un. Bir çok üniversite ile görüşen Duncan Dave'den o kadar etkilenmişti ki Wake Forrest'i seçti.
İlk maçında tek bir sayı bile atamadı Tim Duncan. Fakat Dave Odom onun mücadeleci yanından o kadar etkilenmişti ki, sürekli olarak Duncan ile ilgileniyor ve gelişmesini sağlıyordu. 1993-1994 sezonunda Tim sadece bir maçta ilk beşte başlamadı. Alışık olduğumuz double-double ortalamasını tutturdu ve ilk lakabını aldı. Star Trek dizisi kahrmanlarından, sakinliğiyle bilinen "Mr Spock". O sezonda Nba takımları Duncan'ı artık daha yakından tanıyordu. 94-95 sezonunda ise "büyük yetenek" olarak görülüyordu. Jerry Stackhouse, Rasheed Wallace gibi isimlerle Nba kariyerine sahip olması en kuvvetli adaylardan biriydi. Sezonun sonuna doğru Los Angeles Lakers'ın genel menejeri Jerry West 1995 draftına katılması halinde seçileceğini söyledi. Fakat Duncan, okuldan mezun olduktan sonra 97 draftına katılacağını söylemişti. Neden olduğunu kimse bilmiyordu o zamanlar. Annesine verdiği sözden kimsenin haberi yoktu. 2001 yılında açıklayacaktı bu söz yüzünden drafta katılmadığını. NCAA kariyeri bitterken Duncan tarihte ilk 1500 sayı, 1000 ribaund, 400 blok ve 200 asiste ulaşan oyuncu oldu. 1997'de draft için hazırdı Tim Duncan. Berbat bir sezonun ardından San Antonio ilk sırada Duncan'ı seçti. Hem Duncan, hemde San Antonio için dönüm noktası olmuştu bu yıl. San Antonio 1996-97 sezonunun neredeyse tamamında forma giyemeyen yıldız oyuncusu David Robinson'ın da takıma katılmasıyla birlikte, yıllarca sürecek bir boyalı alan krallığına sahip olmuştu. İkiz kuleler, rakip oyunculara boyalı alanda şans tanımıyor, dış şutlara zorluyorlardı. Kariyerinin hemen başında "Nba Yılın Defans Oyuncusu" ödüllü efsane Dennis Rodman karşısında 22 ribaund aldı. Houston Rockets maçında ise Charles Barkley karşısına çıktı. Maç bittiğinde Barkley " Geleceği gördüm ve gelecek 21 numara giyiyor" şeklinde bir açıklama yaptı. Çaylak sezonunda 82 maça çıkan Duncan 21.1 sayı, 11.9 ribaund, 2.7 asist, 2.5 blok ortalaması yakalayarak, "Nba'de Yılın Çaylağı" ödülünü kaptı. Aynı sezon "En iyi İkinci Defans Beşi"ne seçildi. 1998-99 sezonunda "Bir Sindirella Masalı; New York Knicks" karşısında final oynadı. San Antonio Spurs'ün ilk şampiyonluğunda Finallerin En Değerli Oyuncusu seçildi. Gregg Popovich bu final serisi sonunda New York Knicks koçu Jeff Van Gundy'e "bende Tim var, sende ise yok!" demişti. 1999-2000 senesinde ise All Star maçında Shaq ile birlikte en değerli oyuncu ödülünü paylaştı. 2001 senesinde Nba'in "En İyi Savunma Beşi" içinde yer aldı. Aynı zamanda Tim Duncan Hayır Kurumu'nu kurdu. 2001-2002 sezonunda ilk defa "Ligin En Değerli Oyuncusu" ödülünü almaya hak kazandı. 2002-2003 sezonunda şampiyon olurlarken, Duncan tekrar MVP ödülünü aldı. David Robinson'a son senesinde takım olarak bir şampiyonluk daha hediye ettiler. 2003-2004 sezonunda ise Amiral'in takımdan ayrılmasıyla Nesterovic, Bruce Bowen, Robert Horry, Hidayet Türkoğlu, Manu Ginobili, Tony Parker gibi isimler takıma dahil edildi. İyi bir sezon geçirmesine rağmen finalleri göremedi. Bir sene sonra ise finallerde Detroit Pistons ile karşılaştılar. Finallerin ilk 4 maçında iyi bir oyun sergilemesine rağmen, 5. maçta çok kötü bir performans sergilemiş, 6. maçta ise takımın ona en çok ihtiyaç duyduğu son çeyrekte ortadan kaybolmuştu. İlk defa geri adım atmıştı Duncan. Son maçta ise öyle bir performans sergiledi ki, 3. kez finallerin Mvp'si oldu. Bu ödül onu, Micheal Jordan, Shaq, Magic Johnson ile birlikte bu ödülü üç kez kazanan isimlerin arasına soktu. 2005 sezonunda gelen şampiyonluktan sonra Duncan kariyerinin en düşük ortalamasını 2006 senesinde yaptı. 2007 Sezonunda iyi bir performans sergileyen Tim, finallerde LeBron James'in karşısına çıktı ve Spurs, Cavs'ı süpürdü. Fakat bu finallerde MVP ödülünü Fransız Tony Parker'a kaptırdı.
En çok bilinen lakabı, "The Big Fundamental" ise kuşkusuz eniştesi Ricky ile, o zamanlar 1.80 olan boyu yüzünden oynayabileceği tek pozisyon olan guard mevkisi için yaptığı çalışmalar sayesinde ona takıldı. İnanılmaz hızlı ayakları, yüksek parmak hassasiyeti, mücadeleci ruhu ve tabi ki imzası haline gelmiş çaprazdan attığı panyalı basketleri. Önümüzdeki günlerde 34 yaşına girecek Tim Duncan. Artık o hızlı ayakları yok. Daha yükseğe sıçrayamıyor. Fakat bir efsanenin yapması gerektiği gibi, ne zaman düşse tekrar ayağa kalkıyor. Oyun zekası ve tecrübesiyle hala en tehlikeli 10 uzun arasında. Spurs onun emekli olmasına hazır mı bilemeyiz ama, biz sanırım değiliz. Onun üzerinden smaç yapmaya çalışan oyunculardan nefret ediyoruz, ya da şutunu bloklayan oyunculardan. Belkide ilk defa bir efsanenin emekli olmasına hazır olmamamızdan kaynaklanan bir şey bu. Bizden büyüklerin Micheal Jordan emekli olurken hissettikleri de aynı mı acaba? Belki 2 sezon daha oynar Duncan. Fakat Al Horford gibi densiz oyuncular bizim hissettiklerimizi hissetmeyecek o açık. Bloklar yiyecek, üzerinden smaçlar basacak. MJ'in geri döndüğü sezondaki hissettiklerimizi hissedeceğiz tekrar. Son olarak Charles Barkley'in sezon başında söylediklerini yazmak istiyorum. Seyircilerden biri "Duncan'ın süresini azaltıp daha çok dinlenmesini sağlarsak, Tim daha verimli olmaz mı? diye sormuştu. Charles ise "Evet, aslına bakarsan olabilir. Fakat ne kadar süre dinlendirirseniz dinlendirin, kasları onu daha yükseğe çıkarmayacak artık. Yaşlandı Duncan. Eski atletikliği yok. Bu onun suçu değil, suç tamamen yılların."

Kazandığı Ödüller:
4 NBA Şampiyonluğu (1999, 2003, 2005, 2007)
3 kez Finallerin Mvp'si ödülü (1999, 2003, 2005)
2 kez NBA sezon Mvp'si ödülü (2002, 2003)
NBA Yılın Çaylağı Ödülü (1998)
12 kez All Star oldu (1998, 2000-2010)
9 kez NBA En İyi Beşi (1998-2005, 2007)
3 kez NBA En İyi İkinci Beşi (2006, 2008, 2009)
8 kez NBA En İyi Savunma Beşi (1999-2003, 2005, 2007, 2008)
4 kez NBA En İyi İkinci Savunma Beşi (1998, 2004, 2006, 2009)
NBA En İyi Çaylaklar Takımı (1998)
NBA All Star maçı Mvp'si (2000)
USBWA Yılın En İyi Kolej Oyuncusu (1997)
Naismith Yılın En İyi Koley Oyuncusu (1997)
Jhon Wooden Ödülü (1997)
2 Kez ACC Yılın En İyi Oyuncusu (1996, 1997)

Rekorları:
İlk Sekiz Sezonunda NBA İlk Beşine seçilen 4. oyuncu
NBA tarihinde ilk 12 sezonunda defans ve en iyi 5. seçilen tek oyuncu
Ulusal Basketbolcular Birliği tarafından seçilen 20 yüzyılın en iyi 100 oyuncusu arasına en genç giren oyuncu
NBA'de tüm zamanların en çok ribaund alan 25. oyuncu

Kariyer Rekorları:
Bir Maçta Attığı En Çok Sayı: 53
Bir Maçta İsabetli Attığı En Çok Şut Sayısı: 19 (3 kere)
Bir Maçta En Çok Şut Kullanışı: 34
Bir Maçta İsabetli Attığı En Çok Faul Atışı: 17
Bir Maçta Kullandığı En Çok Faul Atışı: 24
Bir Maçta Aldığı En Çok Ofansif Ribaund: 12
Bir Maçta Aldığı En Çok Defansif Ribaund: 23
Bir Maçta Aldığı En Çok Ribaund: 27
Bir Maçta Yaptığı En Çok Asist: 11
Bir Maçta En Çok Yaptığı Top Çalma: 8
Bir Maçta Yaptığı En Çok Blok: 9
Bir Maçta Aldığı En Uzun Dakika : 52
Kaynak: Wikipedia.com, Nba.com

29 Mart 2010 Pazartesi

Beklenen Mesaj Geldi

Dünyanın en büyük derbilerinden biri olarak gösterilen bir mücadele Fenerbahçe - Galatasaray maçı. Seyir bakımından olmasa bile tarihi, kavgaları hep göz önünde olan bir rekabet...
Böyle olunca haliyle gergin oluyor iki tarafta. Sakin oynayan götürüyor hep üç puanı. Fenerbahçe'li futbolcular Aziz Yıldırım'ın başkanlığından sonra inanılmaz sakindiler bütün derbilerde. Sanırım maçı kaybederlerse samandıra'da onları neyin beklediklerini bildiklerinden bu şekilde sakin kalabiliyorlar. Azizsilin..
Geçelim maça. Galatasaray'lı arkadaşlar ile konuşurken yağmur yağmaması için dua edenleri görüyordum. "Abi Keita oynayamıyor yağmurlu havada, gerek yok bak barajlar %100 kapasitede zaten" diyorlardı. Islak zeminde top kontrolü zor olur evet, ama Keita'nın oynayamama sebepleri farklıydı bu tarz maçlarda. Hatırlayalım ilk maç Roberto Carlos'u. Trabzon'da Serkan Balcı'yı. Dün akşamda Vederson-Andre Santos iş birliğini. Keita'yı sinirlendiren buydu. Topa çabuk küsmesiydi Keita'nın sorunu. Yağmur değildi. Yağmur hiçbir şeyde suçlu değildi. Büyük umutlarla giden taraftarları ıslatmanın dışında. Galatasaray aslında iyi de başladı mücadeleye. Mustafa Sarp'ın soldan içeri girip kestiği top büyük bir tehlikeydi Fenerbahçe adına. Daha öncede iddia ettiğim gibi Giovanni Turkcell Super Liginde oynayabilecek bir futbolcu değil. Ne kadar yetenekli olduğu değil burada önemli olan. Fiziği, TSL'nin sertliği. Dünde gördük 3 defa boşluk bulduğunda etkili olabildi. Onlarda da en az 65 metre depar atmak zorunda kaldı. Son vuruşları hep bu sebepten ötürü cılızdı. Ne yaptığını anlayamadığım bir Elano var birde. Brezilya milli takımında oynayan bir oyuncu Elano. Bu futbolla Elano Brezilya'nın banko oyuncusu ise, son turnuvada Brezilya gruptan çıkamaz. Olumlu bir hareketi oldu mu maçta? Peki Jo ve Baros için ne demeli. Jo markaj altında eridi bitti. Maçın ikinci yarısının başında bir kere etkili olabildi. Baros ise açıkça söylemek gerekirse hatırlamıyorum Baros'un ne yaptığını. Mustafa Sarp ve Elano önlerinde bel soğuklu geçirir gibi bir hali olan Arda ile oynamaya çalıştılar. Her neyse. Geçelim savaşın galibine, Fenerbahçe'ye...
Bundan 2-3 hafta önce bir yazımda mesaj göndermeli Fenerbahçe demiştim. Karakter sergilemeli diye. Bu maçta gösterebildi Fenerbahçe o karakteri. Mesajı ise Alex kendi ağzından yolladı rakiplerine. " Bursa dikiz aynasına baktığında, son sürat geldiğimizi görecek" diye. Evet Fenerbahçe Bursa'nın dikiz aynasına girdi fakat sellektör yapıp "önümden çekil" mesajını verebilecek mi? Bunu önümüzdeki hafta Kayserispor maçında göreceğiz.
Peki sahada neler oldu Fenerbahçe adına? Selçuk hayatının en rahat futbolunu oynadı. Onu ıslıklayan yoktu, karşısında duran bir rakip bile yoktu. Rijkaard ilk maçta etkisiz olan Selçuk'tan hiç çekinmedi ve "onu kendi haline" bırakın dedi sanırım. Önemli olan Emre'nin yokluğunda Fenerbahçe'nin kalbi olacak Mehmet Topuz'du çünkü. Takımın kalbi ve beyni, yani Mehmet ve Alex o kadar güzel meşgul etti ki Galatasaray orta sahasını Selçuk çayda çıra oynaya oynaya gezi orta sahada. Leo Franco'nun da ikramı ile birde gol attı ki inanılmaz. Fenerbahçe bildiğini oynadı dün. İstediğinde yavaşlattı tempoyu, istediğinde oynattı. Aradaki fark buydu işte. Çok koştular, çok yoruldular ama hak ettiler doğrusu. Defansı ise çok iyiydi Fenerbahçe'nin ki bunu zaten istatistikler söylüyor. Bilica - Lugano ikilisi varsa, Fenerbahçe yenilmiyor.
Andre Santos için ayrıca bir şeyler söylemek istiyorum. Dün her Fenerbahçe'li şunu düşünmüştür eminim. "Bizim Santos ağır bir topçu. Keita hızıyla madara ederse Santos'u çok kötü olur" diye. Tam tersi oldu fakat. Santos felç etti attığı çalımlarla Sabri ve Keita'yı. En iyi maçlarından birini çıkardı derdim ama en iyi maçını çıkardı Santos.
Volkan Demirel... Dünkü maçın kahramanı oldu bir bakıma. Keita'nın tek olumlu hareketini doğru eliyle çok güzel bir şekilde kurtardı. Sol eliyle kurtarmaya çalışsaydı o topu içeri alma ihtimali vardı. Tecrübe demek böyle bir şey işte. Konsantre olduğu zaman dünyanın en iyi 10 kalecisi içine gerçekten girebiliyor.
Maçın hakemi içinse fazla bir şey söylemeye gerek yok. Fenerbahçe az daha maçı kaybediyordu Cüneyt Çakır ve yardımcıları sayesinde. İşte o zaman çarşı, pazar karışırdı. Hakem şansı dedikleri bu olsa gerek. Şuanda ikinci plandaysa Cüneyt Çakır Fenerbahçe maçı kazandığı içindir. Son olarak ta Alex'e gelen pet şişe yüzünden Ali Samiyen kaç maç kapatılacak merak içinde bütün spor medyası. Acaba bu pet şişede münferit bir şekilde kendini mi attı tribünden aşağıya bunu önümüzdeki günler belirleyecek.

27 Mart 2010 Cumartesi

27 Mart 2010 Nba iddaa tahminleri.

Washington - Utah : 2

Chicago - New Jersey : bu maç oynanmaz :)

New Orleans - Portland : 2

Houston - Los Angeles : 2

Golden State - Dallas : 2

Was - Utah:

Utah bu gece Indiana önünde farklı bir yenilgi aldı. Fakat aldığı bu yenilgi kötü oyunu değil, Danny Granger'ın kariyer rekoru kırarak 44 sayı atmasından kaynaklandı. Denver ile 2. lik mücadelesi veren Utah'ın bu maçı alması gerekli. Bu yüzden banko 2

Chi - Njn:

Gecenin belkide sonucu tahmin edilmesi en zor maçı. Nba'in en kötü basketbol oynayan 3 ekibinden ikisi karşı karşıya geliyor. Her ne kadar Chicago galibiyete daha yakın gibi gözükse de, New Jersey bir süpriz yapabilir. Benim tavsiyem bu maçtan uzak durulması yönünde.

Noh - Por:

Chris Paul dizindeki sakatlıktan yeni yeni sıyrılıyor. Playoff yapma şansları da kalmadığından pek fazla riske edilmeyecektir. Portland'ta ise Rudy Fernandez oynayabilecek. Savunmaların öne çıkacağı maçta ben oyumu Portland'dan yana kullanıyorum.

Hou - Lal:

Sezon içinde Lakers 2-1 önde Houston karşısında. Luke Walton oynayabilecek duruma geldi. Bynum'ın sakatlığı ise Nisan ayının ilk haftasına kadar devam edecek. Dün gece Oklohoma'ya yenilen Lakers bu gece Houston'ı yenmek isteyecektir. Houston cephesinde ise kötü haberler var.Sekiz sakat oyuncusu bulunan Houston'da Kevin Martin omuz sakatlığı yüzünden oynamayabilir. Oynasa bile omuzundaki sakatlık yüzünden ne kadar verimli olur bilinmez. Ayrıca Kobe'yi savunma konusunda doktora yapan Shane battier'de sakat. Lakers zorlanmaz.

Gsw - Dal:

Bu sezonun en kötü üç ekibinden biri olan Golden State'de tam 5 oyuncu sakat. Özellikle pota altında Haywood ve Nowitzki ile baş edemeyeceklerinden banko Dallas.


23 Mart 2010 Salı

Dünyanın Parası.

Yeni yayın ihalesi ile birlikte çok tartışılan Turkcell Süper Ligin değeri belli oldu. Avrupa’nın yayın hakları bakımından en değerli 5. ligi olan Turkcell Süper Ligi, bonservislere göre ise toplam 707.100.000 euro ile Avrupa’nın en değerli 7. ligi oldu. Oyuncuların bonservis rakamları üzerinden belirlenen rakamlara göre oluşturulan tabloda lider ise İngiltere Premier Lig. Premier Lig 3.178.100.000 euro’luk değere sahip. Avrupa’nın en değerli ikinci ligi ise 2.612.600.000 euro’luk değeri ile İspanya La Liga. Üçüncü sırada 2.445.800.000 euroluk değeri ile İtalya Seri A bulunuyor. Hemen arkasında ise 1.670.125.000 euro’luk toplam değeri ile Alman 1. Bundesliga Ligi 4. sırada. Beşinci durumda ki Fransa’nın ise toplam değeri 1.504.300.000 euro. Sıralamada en şaşırtıcı olan ise 6. sırada yer alan Rusya’nın Premier Liga’sının değeri ise 712.350.000 euro.

Turkcell Süper Ligin en değerli takımı ise Galatasaray. Aslan’ın toplam değeri 129.550.000 euro. Fenerbahçe ise 112.900.000 euro ile ikinci sırada. Beşiktaş 88.200.000 euro ile üçüncü sırada. Turkcell Süper Ligin en değerli oyuncusu ise 15.500.000 euro bonservis bedeli belirlenen Arda Turan.

351 yabancı futbolcunun forma giydiği İngiltere Premier Liginde Chealse 436.450.000 euro ile birinci, Manchester United 376.750.000 euro ile ikinci, 321.350.000 euro’luk değer ile Liverpool üçüncü sırayı alırken hemen ardındaki Arsenal’in değeri ise 304.000.000 euro. Büyük transferleri ile dikkat çeken Manchester City’nin değeri ise 255.100.000 euro.

İtalya Seri A da ise 231 yabancı futbolcu forma giyerken en pahalı takım 354.250.000 euro ile Inter Milan. Juventus 266.200.000 euro ile ikinci iken Milan 259.800.000 euro ile üçüncü sırada. Roma’nın toplam değeri ise 237.100.000 euro.

En pahalı transferlerin gerçekleştiği İspanya La Liga’da ise 171 yabancı futbolcu forma giyiyor. En pahalı takım olan Barcelona 514.000.000 euro ile birinci sırayı alırken, sezonun en pahalı transferlerini yapan Real Madrid 473.500.000 euro ile ikinci sırada kaldı. Valencia 236.600.000 euro ile üçüncü, dördüncü Sevilla’nın değeri ise 228.100.000.

Avrupa’nın en pahalı 3. ligi unvanına sahip Almanya Bundesliga’da ise 256 yabancı futbolcu forma giyiyor. En pahalı takım Bayern Münich 243.850.000 euro’luk değere sahip. Wolsfburg 153.700.000 euro ile ikinci Hamburg ise 139.875.000 euro ile üçüncü sırada kaldı.

Fransa’da ise en pahalı takımlar arasında en genç yaş ortalamasına (23.8) sahip Lyon’un değeri ise 203.750.000 euro. Marseille 148.400.000 euro, Bordeaux 139.600.000, PSG ise 95.150.000 euro değere sahip.

Bonservis bedellerine göre en yüksek fiyatlı futbolcu ise 80.000.000 euro ile Lionel Messi olurken, yaz başında Manchester United’dan Real Madrid’e 94.000.000 euro ile transfer rekoru kırarak geçen Cristiano Ronaldo ise 75.000.000 euro ile ikinci sırada yer aldı. Üçüncü sırada ise Real Madrid’in Brezilya’lı yıldızı Kaka 65.000.000 euro değere sahip. Hemen ardından gelen isim ise, Arsenal’in İspanyol yıldızı Cesc Fabregas. Fabregas’ın değeri ise 55.000.000 euro. Listenin 5. sırasında ise yine bir İspanyol Fernando Torres bulunuyor. Liverpool’un golcü oyuncusunun bonservis fiyatı ise 50.000.000 euro. Bu senenin flaş transferleri arasında bulunan ve Barcelona’lı taraftarları heyecanlandıran Zlatan Ibrahimovic ise 46.000.000 euro ile altıncı sırada kendine yer bulabildi.

22 Mart 2010 Pazartesi

Üçgen Hücum


Hep duyarız "Phil Jackson üçgen hücumun mimarıdır" diye. Aslında öyle değildir. Çok büyük katkısı vardır belki fakat mucidi Phil Jackson değildir üçgen hücumun.
Durdurulması çok güç olan bir hücum sistemidir triangle offanse. İlk olarak Güney California Üniversite'sinin efsane koçu Sam Barry tarafından geliştirilmişti. 1940 yılında yarattığı bu sistemi Sam Barry, 1947 yılında Tex Winter'a oyuncusuyken öğretti. 1947 yılında okulundan mezun olan Tex, 1952 yılında "kolej basketbolunun en genç koçu" olarak Marquette Üniversitesinin başına geçti. İki yıl sonra Kansas Üniversitesinin başına geçen Tex 15 yıl boyunca Kansas Üniversitesinin başında kalarak artık Nba için hazır olduğunu gösterdi. 1972 - 1974 yılları arasında Houston Rockets'ın başına geçen Tex Winter 1985 yılına kadar Nba kariyerini dondurmuştu. 1985 yılı geldiğinde onu basketbol dünyasına altın harflerle yazdıracak kariyeri başlamak üzereydi. Micheal Jordan'a üçgen hücumu öğrettikten sonra 1989 yılında Phil Jackson ile çalışmaya başladı. Hücum koçu olarak Phil Jackson'dan hiç ayrılmadı. 1991- 92 - 93 - 96 -97 -98 yıllarında ki şampiyonluklarda çok önemli bir rol oynadı. Phil Jackson'la beraber Lakers'a giden Tex burada da 2000 - 01 - 02 yıllarında üç şampiyonluk daha yaşadı. Tekrar Kansas'a geri döndü ve 2009 yılında felç geçirdi. Son Lakers şampiyonluğu esnasında en küçük oğlu "baba bize bir hücum çizsene" dediğinde konuşamasa bile çok az oynatabildiği parmaklarıyla bir üçgen çizdi. Bu Lakers'a şampiyonluğu getiren hücumdu...
Tex Winter Phil Jackson ile birlikteyken, üçgen hücum çok daha farklı bir hal aldı. Peki neydi ilk başlarda üçgen hücum? Pivot oyuncunun pasör olarak kullanıldığı, kanatta ve tepede bekleyen guard ve forvetlerin ceza şutları attığı bir hücumdu. Özellikle Chicago'nun 1992 yılında aldığı şampiyonlukta Horace Grant bu işi o kadar iyi öğrendi ki 1993 yılında şampiyonluğu getiren üçlüğü atan John Paxson'a inanılmaz bir pas çıkartmıştı. Fakat Phil Jackson Los Angeles'a geldiğinde elinde Shaq vardı. Tex Winter'la birlikte oturdular ve düşündüler. Üçgeni oluşturan oyuncuların mesafesinin en fazla 5 metreye düşürdüler. Ceza şutlarından vazgeçmeden üçgen hücumu Shaq'in topu istediği mesafede almasını sağladılar yani boyalı bölgede. Motion offense'in geliştirilmiş hali oldu bir anda. Shaq bile boyalı alan içerisinde o kadar hareketliydi ki, Lakers inanılmaz başarılara imza attı. Kobe'nin ceza şutları ve Shaq'in durdurulamaz post upları birleşince durdurulamaz bir takım oldular. Basit olarak anlatmak gerekirse üçgen hücum, pası veren oyuncunun sürekli hareket etmesini gerektirir. Saha içi yerleşimi daha önceden kesinleştirilmiş ve topsuz oyuncunun belirli bir yönden potaya gitmesi gereklidir. http://www.youtube.com/watch?v=7muOtu2N9Og bu videodan nasıl oynandığını görebilirsiniz.

21 Mart 2010 Pazar

Çifte Standart...

Ahmet Çakar bu gece Telegol isimli programda pek çok şey açıkladı. Futbolda çifte standart nasıl olur diye örnekler verdi.
Zaten kafamızda var olan soru işaretlerine bir yenisini daha ekledi Ahmet hoca. Düşündüğünüzde gerçek olabilmesi muhtemel bir senaryo ile karşı karşıya Türk futbolu. Peki bunlar gerçek olabilir mi? Ahmet Çakar'ın iddası Sabri'nin kırmızı kart görmemesi, Caner'in sarı kart görmemesi ve Baros'un sarı kart görmemesiyle bu futbolcuların Fenerbahçe maçı için kollandığını iddia etti. Doğrudur yanlıştır karar sizin. Bana kalırsa gerçeklik payı var. Daha sonra devam etti ve Güiza'nın İBB maçında düşürülmesinin kırmızı kart olduğunu, aynı pozisyonun ertesi akşam Galatasaray maçında kırmızı olarak verilmesini örnek olarak koydu ortaya. Daha sonra Kayseri maçında R.Carlos'un Cangele'ye yaptığı hareketle Dos Santos'un bu hafta düşürülmesinin aynı olduğunu ve birine veriliyorsa diğerine de verilmesi gerektiğini iddia etti. Bana göre bunlarda doğru. Birde tribünden dövülerek düşen taraftar yüzünden sahasının kapanmaması ve Fenerbahçe sahasının 2 maç kapanmasını örnekledi. Fenerbahçe üzerinde oyunlar oynanıyor dedi.
Açıkça söylemek gerekirse büyük resim bu dersek, Ahmet Çakar haklı. Hatta bir tanede ben örnek verebilirim. Uefa finali oynanmış bir stadyumun Euro 2016 adaylığında, programa dahil edilmemesi ve Uefa kriterlerine uygun değil denmesi de bir örneği değil midir? Şükrü Saraçoğlu Stadyum'u değil mi Eufa'nın elit statları içerisinde yer alan stat?
Daha önce Ümit Kıvanç ile Fırat Aydınus'un Fenerbahçe düşmanı olup olmaması hakkında kavga etmiştim. Artık bu açıklamalardan ve son olan olaylardan sonra (ki Diyarbakır hakkında ki kararlara bir şey demek bile istemiyorum) federasyon nasıl kendini savunacak gerçekten çok merak ediyorum. Ahmet Çakar'ın verdiği örnekler belki kasti olarak yapılmamış olabilir. Belki federasyon başkanı "Fenerbahçe şampiyon olamazsa Aziz Yıldırım istifa eder, bizde kurtuluruz" diye düşünüyor olabilir. Şahsi fikrim bu olayların Aziz Yıldırım'ın elini güçlenmesini sağladığıdır. Fenerbahçe bu sezon şampiyon olamaz ise Aziz Yıldırım "bizim şampiyonluğumuz engellendi" diyerek daha güçlü bir şekilde de geri gelir. Göreve geldiklerinde "temiz sayfa" açan federasyonun bir "el değmemiş lig istiyoruz" kıvamına geldikleri de çok açık değil mi aslında? Açtıkları o temiz sayfa bizzat kendi aldıkları ceza kararları ile kirlenmemiş midir?
Fenerbahçe'ye kasti olarak bir oyun oynanıyor olabilir belki. Tersi de olabilir. Fakat federasyon bugün Ahmet Çakar'a cevap vermek için programa bağlanmadı ise bunu kabul etmişler demektir. Federasyon başkanı ya bu işin sorumlusu kim ise bir an önce temizlemeli -varsa böyle bir şey- yada istifa etmelidir. Yoksa bu senenin sonunu Türk futbolunu 20 yıl daha geriye götürebilir. Benden söylemesi.

13 Mart 2010 Cumartesi

Büyük Takım Fenerbahçe !?!

Dünyanın en önemli ekipleri, büyük diye tabir ettiğimiz takımlarının tamamı belirli bir oyun karakterine sahiptir. Hemen hemen hepsi. Ülkemizde Galatasaray tempolu futbola, Beşiktaş ise hızlı hücumlara sahiptir.
Başarılı olup olmaması önemli değil. Sonuçta bir oyun karakteri var bu iki takımında. Fakat aynı şeyi Fenerbahçe için söylemek imkansız. Kendi sahasında pas yapıp Alex'in servis ettiği toplarla gol aramak bir karakter değildir. Günü kurtarmaktır. Fenerbahçe için bugün o karakteri gösterip gösteremeyeceğinin maçıydı birazda Gençlerbirliği maçı. Fenerbahçe bu sınavdan tekrar sınıfta kaldı. Bu Gençlerbirliği futbolcularının da daha iyi mücadele etmesini sağladı bir bakıma. Düşünsenize Türkiye'nin en büyük 3 kulübünden birisiyle oynuyorsunuz, maçın 60. dakikasında Christian sakatlanıyor, yerine daha defansif bir oyuncu Deniz Barış giriyor. Gençlerbirliği futbolcuları otomatik olarak "Fenerbahçe bizden çekiniyor" düşüncesine girdiler bir anda. Daha arzulu, daha istekli bir oyun ortaya koydular ve pozisyonlar yakaladılar. Halbuki Christian sakatlanıp çıktığında yerine Özer girse ve Mehmet, Christian'ın bölgesinde maça devam etse, bu Gençlerbirliği için bir mesaj olabilirdi. "Saldıracağız" mesajı.
Gençlerbirliği oyuncuları sağda Mehmet Topuz (ki ondan önce ne yaptığı belli olmayan bir Deivid) solda Vederson'a karşı oynadılar. "Fenerbahçe bizden korkuyor" diye düşündüler. Hangi büyük takım, nispeten kendinden daha lokal bir takımın bu şekilde düşünmesine izin verebilir. Bugün izlediğimiz Fenerbahçe ne kadar büyük takım gibi oynadı? Daum bugün sadece bir hamlesinde başarılıydı. O da o kadar geç kaldı ki, maç zaten Fenerbahçe'nin ellerinin arasından kayıp gitmişti. Şampiyonluk adayı bir takım 60. dakikada Christian - Deniz değişikliğini skor bakımından üstün iken yapabilir sadece. Skoru korumaya gitmez. Gerçi Antalya maçında Daum bizlere artık ne kadar ürkek, eski cesaretinden ne kadar uzak olduğunu kanıtlamıştı. Bugün Fenerbahçe'li oyunculardan en azından bir karakter gösterisi bekledik, fakat futbolcularda o karakteri gösteremedi. Şampiyonluk adayı diğer rakiplerine bir mesaj gönderemedi. Fenerbahçe tabi ki halen ligin en önemli şampiyonluk adaylarından. Fakat rakipleri Fenerbahçe'nin soluğunu enselerinde hissetmeyecek geri kalan haftalarda. Çünkü Fenerbahçe rakiplerinden ürker bir halde. Cesur olan her takıma puan verebilecek bir halde.
Peki düzelebilir mi? Muhakkak. Bu takım ligin başında fırtına gibiydi. Tekrar olabilirler elbette. Fakat önce kalplerindeki o ateşi tekrar yakmaları ve 1-0 önde oldukları bir mücadelede daha çok gol arayarak rakiplerine bir mesaj yollamalı, şunu söylemeli, "Evet bizde bu yarışın içerisindeyiz!"