28 Mayıs 2010 Cuma

2016 Avrupa Şampiyonası...

Büyük umutlar ve büyük hayallerle başladı serüven. Başbakandan tutun, emniyet müdürlerine kadar herkesten mektuplar alındı. Başarırız sandık ama olmadı. Vakit üzülme vakti değil, nedeni araştırma vaktidir.
Öncelikle çok şey kaybettik. Anadolu'ya yapılacak yatırımlar, yeni spor alanları vs... Fakat bunları yapmak için neden şampiyonayı bekleyelim ki? Neden bunları yapıp, 2020 için aday olmayalım? Neden futbolumuzu geliştirmek için illa bir turnuva beklemek zorundayız?
Bu katılım süreci bize çok şey gösterdi. Devletimiz bu statları yapabilecek ödenekler çıkartabiliyormuş. Hatta o kadar güzel statlar yapmanın bedeli de çok yüksek değilmiş. Turnuvanın oynanacağı yerlere ulaşımı götürekleri tren yolları ve hızlı trenler yapılabiliyormuş. Hatta otobanlar 6 sene içinde bitebiliyormuş...
Olimpiyat stadını nasıl bir mantalite ile dosyaya kattılar anlamış değilim. Anlamam mümkün değil zaten. Kadir Has'ta yapılan sunumda " en az 70.000 kapasiteli bir stat olmak zorunda" denmişti. Neden Ankara'ya yapılacak stat 70.000 kapasiteli yapılmıyor o zaman? Kimsenin oynamak istemediği, futbolcuların rüzgar yüzünden topa vuramadığı, seyircilerin maç izleyemediği bir yerde sen nasıl Avrupa Şampiyonası oynatabilirsin ki? Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu neden elite kategoride? Bunu hiçbir şekilde açıklayamazlar. Bu kadar basit bu iş. Rantın döndüğü, kimin cebine ne kadar para girdi belli olmayan bir statta maç yaptırmaya çalışıyor insanlar. Şaşıyorum açıkçası.
Şimdi bu yapılacak denen statlar yapılmayacak. Bizde tartan pist sayesinde uzaklaşan, ışıklandırması berbat statlarda maç izlemek zorunda kalacağız. Hatta izlemek için onca yol gideceğimiz statlara, berbat trenlerle yada bozuk otobanlardan gideceğiz. Ondan sonra tekrar aday olur, "yapacağız abi, söz" deriz. Avrupaya tekrar rezil oluruz. Umarım şu statlar ve yollar yapılırda, en azından Avrupalılar gelecek diye, Avrupa standartlarında ulaşıma, statlara sahip oluruz.

Phoenix Suns Neden Alan Savunması Yapıyor?

Lakers Phil Jackson ve Tex Winter'ı Chicago'dan çaldığında, sadece büyük 2 antrenöre sahip olmadı. Literatürde en etkili hücum sayılan üçgen hücumu da getirdi Los Angeles'a. Hatta bu etkili hücumu en iyi uygulayan takım oldu. Önce Shaq- Kobe- Malone -Payton ile başladılar, Bynum- Gasol- Kobe- Fisher olarak devam ediyorlar. İsimler değişse bile iyi pas veren bir uzun ve iyi bir skorer hep var takımda. Tabi skorer olan isim Kobe :) . Boyalı alan, üçlük çizgisinin gerisi, alçak post, yüksek post, hepsi bu hücumun içerisinde olan alanlar. Man to man yani adam adama savunma yaptığınızda screenlerle bir anda adamınızı kaybedebilirsiniz. Fakat alan savunması zaten bu perdeleme olayına cevap olarak yapıldığından üçgen hücumu bozabilen yegane savunma sistemidir.

2010 Playoffların da herkes Suns takımını eleştiriyor, "Neden alan savunması yapıyorlar?" diye. Yukarıda biraz bahsettim, neden olduğunu. Açmak gerekirse, yapabilecekleri tek şey bu!
Kobe Bryant zaten stres altında coşan bir oyuncu. Onu durduramayacağınız belli. Kimi verirseniz verin, durmadan atmaya devam edecektir. Onun şut kullanmasına izin vereceksiniz. Tabi ki "Al Kobe'cim istediğin kadar at" şeklinde değil. Alan savunmasında karşısında kim kaldıysa, en azından şutunu bozmak için elini kaldıracak. Artık kaçırırsa diye. Burada önlem almanız gereken diğer 4 oyuncu ve üçgen hücum. Alan savunması yaparak zaten bu katkıyı da düşürüyorsunuz. Sadece Gasol ile boyalı alanda mücadele etmek zorlaşıyor. Serinin son maçında Gasol-Kobe ikilisinin dışında kalan oyuncular 50 şut kullandı. Bu 50 şutta ise sadece 19 isabet bulabildiler. İşte tam olarak yapmanız gereken bu. Diğer oyuncuların boş şut kullanmasına izin vermemek. Birde Ron Artest gibi kötü bir şutörde varsa rakip takımda, ekmeğinize yağda sürebilirsiniz.

Bu defans sistemi işe yarıyor. Fakat en kritik parça Kobe değil. Lakers bu sisteme hücum edecekse Ron Artest ile değil, Lamar Odom ile oynamak zorunda. Hem pasları, hem şutları, hemde penetreleri Artest'ten çok daha iyi. Hal böyle olunca Suns başarılı olduğu savunma sisteminden vazgeçmek zorunda kalacaktır. Adam adama savunmaya döndüğünde ise zaten boş şutlar yaratılacak ve Suns yenilecektir. Fakat Ron Artest'in son maçta attığı maç kazandıran basket onun benchte oturmasını engelleyecektir. Yani 7. maç için seri tekrar Staples Centre'a taşınacak. Suns, Lakers'ı eleyebilir mi? Bana sorarsanız evet. Hücumda biraz daha etkili olabilir ve Amare'yi biraz daha oyun içine hem savunmada, hemde hücumda devreye sokarlarsa, hayat Lakers için çok zorlaşır.

18 Mayıs 2010 Salı

Kaçan Şampiyonluk ve Yanlış Anons

Hangi Fenerbahçe'liye sorarsanız sorun, kulübün tarihi ve statla gurur duyar. Stadı beğenmeyen, orada maç izlemekten keyif almayan tek bir adam dahi yoktur. Yönetimde her zaman, "Bizim stat böyle, bizim stat milyon dolarlık bir stat (ona ne şüphe?), bizim stat en üst teknoloji tırı vırı" diye bahseder stattan. Peki 16 Mayıs 2010 gecesi ne oldu?
Öyle bir stat ki, Uefa'nın elit statları arasında yer alan, Uefa kupası finali oynanmış bir stat. Fakat anons yapılan yerde internet bağlantılı bir bilgisayar yok...
Öyle bir stat ki, anonsu yapan kişinin bulunduğu yerde Lig Tv izleyebileceği bir televizyon yok. Hatta stadın içerisinde Fenerbahçe Tv diye bir kanal bile mevcut.
Bütün bunlara rağmen, anonsu yapan kişi taraftarlardan 2-2 haberini alıp, kimseye teyit ettirmeden fevri bir şekilde anons yapabiliyor... mu?
Buna inanmam mı bekleniyor? Hem son teknolojiye sahip bir statta televizyon olmaması, hepsini geçtim bir telefon görüşmesi trafiği, en basitinden bir internet bağlantısı yok mu, buna mı inanmalıyız?
Geçiniz lütfen... Bilinçli bir şekilde yaptırılmış bir anonstur bu. Tel örgülerin olmaması, Fenerbahçe taraftarlarının ikinci bir Denizli'yi kaldıramayacak olması böyle bir çözüme başvurulmasını sağlamıştır. Dikkat edin, şampiyonluk kutlanırken belirli dakikalar içerisinde Fenerbahçe'li futbolcular var... Taraftar sahanın içerisinde eğlenirken yavaş yavaş futbolcular içeri götürülüyor. Onu da geçtim, anonsu yapan kişi taraftardan duydu diyelim, konfeti makinesini çalıştıranın damı haberi yoktu? Peki kimse Selçuk'a "birader dur 2-1" neden demedi?
Futbolcuların başına bir iş gelmemesi için yapılmış bir olaysa, eyvallah...
Şampiyonluğun kaçmasını gizlemek için yapıldıysa, yazıklar olsun!

7 Mayıs 2010 Cuma

Peki Semt ne olacak?


Galatasaray Mecidiyeköy'deki stadın üzerinde bulunduğu arsayı vererek, Türk Telekom Arena'yı yaptırdı. Önümüzdeki sezonun ikinci yarısından itibaren bu statta oynayacaklar. Türk futbolu için çok önemli bir mevzu statların yenilenmesi. Bu yüzden Galatasaray ve bu projedeki herkesi kutluyorum. Her ne kadar arsa satışından sonra, stadın yapımı için harcanan bedel birbirini pek tutacakmış gibi durmasa da...
Türk Telekom Arena, Seyrantepe'de inşa edildi. Güzel bir stat oldu ve Türk futbolu için iyi bir yatırım. Peki ya Galatasaray taraftarının aidiyet duygusu ne olacak? 20 Aralık 1964 yılında resmi açılışı yapılmış olan stat o zamandan beri Galatasaray taraftarına ev sahipliği yapıyor. Çevre esnafının en büyük kazanç kaynaklarından birisi. Maç günleri cıvıl cıvıl olan Mecidiyeköy, artık maç günleri boş olacak. Taraftarlar 1964'den beri stat çevresindeki buluşma yerlerinden ayrılacak. Peki Seyrantepe'ye inşa edilen stada alışma süresi ne olacak? Galatasaray yönetimi bunları düşündü mü acaba?
Kim ne derse desin, iki yakadan da en kolay ulaşım sağlanan stat Ali Sami Yen Stadyumu. Peki Türk Telekom Arena bu kolaylığı yaşatacak mı? Galatasaray - Mecidiyeköy, Fenerbahçe - Kadıköy, Beşiktaş - Beşiktaş semtleri ile özdeşleşmiş kulüplerdir. Galatasaray - Seyrantepe ile özdeşleşebilecek mi?
Aslında sorulması gereken en önemli soru, "Ali Sami Yen Cehennemi" ne olacak? Yani o stat içerisindeki tılsım, Seyrantepe'ye gidecek mi takım ve taraftarlarla birlikte. Galatasaray o stada gelen her Avrupa takımına orayı cehenneme çevirdi. Rakip kim olursa olsun, Galatasaray ne durumda olursa olsun her zaman o stattaki tılsım sayesinde rakiplerine kök söktürdü. Bu geleneği devam ettirebilecek mi Galatasaray?
Fenerbahçe'nin yaptığı gibi, Beşiktaş'ın yapmak istediği gibi, Galatasaray yönetimi de Ali Sami Yen Stadyumunu parça parça inşa etse ne olurdu ki? Eminim Adnan Polat ve yönetim kurulu bunları düşünmüştür. Fakat bir çıkış noktası bulamamıştır. Yoksa Galatasaray'lı taraftarların aidiyet duygusunu iliklerinde yaşadıkları, onlarla özdeşleşmiş semtten taşınma kararını kolay kolay alamazlardı.

4 Mayıs 2010 Salı

Hıncal Uluç ve 04.05.2010 tarihli yazısı...


Hıncal Uluç biliyorsunuz ki spor konusunda soru cevap şeklinde yazı yazıyor. Soruyu kim soruyor belli değil. Diyelim ki kendi soruyor. Kendi sorusuna bile düzgün cevap veremiyor. Nasıl mı?

Fenerbahçe’nin Eskişehir karşısındaki performansı çok beğenildi. Neler söyleyeceksiniz?

Fenerbahçe medyasına hayranım. Bu maç Eskişehirspor – Fenerbahçe maçı değil de Galatasaray – Eskişehirspor maçı olsaydı ki oldu. Prekazi’nin attığı frikik gol hala konuşuluyor. Ama Alex’in, Ivesa’ya attığı frikik gol dillere destan… Prekazi o yılın frikik kralıydı. Alex bu sene ilk defa frikikten gol atıyor. Bütün bir sezon frikikten gol atamayan ayakları duran Alex frikikten gol atıyor. O frikiğin olduğu pozisyonda faul yok. Yaratılmış bir frikik ve Ivesa’nın yediği ikinci gol yenecek bir gol değil.

Peki bu sorunun cevabı ne olurdu?
a) Fenerbahçe'yi beğenmedim, Eskişehir çok kötü oynadı.
b) Fenerbahçe'yi beğendim, Eskişehir'i beğenmedim.
c) Fenerbahçe'yi beğenmedim, Eskişehir'i beğendim, hakem rezaletti.
d) Fenerbahçe hakem hataları yüzünden kazansa da, iyi bir futbol sergiledi
e) Fenerbahçe hakem hataları yüzünden kazandı, rezalet bir futbol sergiledi.

Peki Hıncal Uluç ne diyor? Alex frikikten gol attı diyor. Hıncal Bey soru Fenerbahçe nasıl oynadı?
"Alex'in golü haftanın en güzel gollerinden biriydi, siz ne düşünüyorsunuz?" dense tamam. Maç Fenerbahçe maçı, Hıncal Bey Prekazi diyor. Tamam şahane gol atmıştı ama, 2010 oldu sene. Size sorulan soru Fenerbahçe maçı... Ne alaka yani Prekazi? Ayrıca bütün sezon değil, son 2 senedir Alex frikikten gol atamıyor yanılmıyorsam. Yahu onuda geçtim... Bütün sezon ayakları duran Alex? Daha 2 hafta önce Beşiktaş'a muhteşem bir gol atmadı mı bu adam. Yada ligin ilk yarısında Galatasaray'a 2 gol atmadı mı?
Gelelim hakem hatası yorumuna. Eyvallah kendi yorumudur. Fakat hafızası inanılmaz çalışan sevgili Hıncal Bey, 2007-2008 sezonunda bitime haftalar kala Denizlispor kalecisi Souleymanou Hamidou'nun yediği golü çok çabuk unutmuş.

Siz Eskişehirspor’u bu kadar pasif ve ruhsuz oynarken seyrettiniz mi?
enerbahçe ezmedi. Bu maç Galatasaray – Eskişehirspor maçı olsaydı bu maçın kahramanı Galatasaray değildi. Hiçbir gazete Galatasaray, Eskişehir’i ezdi diye yazmazdı. Bütün gazeteler Ivesa ve maçın hakemini yazardı. Bütün mesele bu. Hakem ile bir örnek vereyim. 32. dakikada Koray’a bir sarı kart çıkardı. O pozisyonu 100 tane hakeme gösterin ve sorun burada sarı kart çıkarır mısınız? Bülent Yıldırım’dan başka çıkarırım derlerse ben özür dilerim Bülent’ten. Bu kadar cömertçe çıkarılmış bir sarı kart. 3 dakika geçmeden ceza sınırında bulunan Selçuk, hatalı bir pas verdi. Bu hatalı pasta Eskişehir’in tehlikeli bir kontra atağı başladı. Selçuk o kontra atağı kesmek için faul yaptı. Adam kesme faulleri sarı karttır. Göstermedi. Nasıl yaptı faulü? Daldı sağ ayağıyla çelme taktı. Çelme takmak sarı kart. Göstermedi… Devam etti ve sol ayağıyla da tekme attı. Tekme atmak da sarı kart... Selçuk’un yaptığı bir faulün içinde üç tane sarı kartlık hareket var. Üç dakika önce Koray’a sarı kart çıkaran Bülent Yıldırım hemen ardından bana sarı kart göster diye bağıran Selçuk’a sarı kart gösteremedi. Fenerbahçe’nin son haftalardaki maçlarına bakın. Ceza sınırındaki oyuncuları tesadüfen kart görmüyor. Emre bu maçta kendini kontrol edemeyince beni alın işaret etti. Emre hakemi de sıkıntıya soktuğunu anladı ve çıkmak istedi. Kaçıncı maçtır Fenerbahçe’ye puan getiren golleri rakip kaleciler akla hayale gelemeyecek şekilde yiyorlar.

Bu cevaplarda ağır suçlamalar var. Yine ben hakemin yerinde olsam dava açarım Hıncal Beye. Yahu "Emre hakemi sıkıntıya soktuğu için çıkmak istedi." ne demektir Allah aşkına? Emre kendini tutamayacak, eyyam yapan Bülent Yıldırım ona kart gösteremeyecek. Yani Fenerbahçe hakemi ayarladı demek istiyor Hıncal Bey. Yok artık demek istiyorum. Aynı maçta Fenerbahçe'nin penaltısını vermeyen başka bir hakemdi sanırım. Hayır birde Fenerbahçe Galatasaray, Beşiktaş, Kasımpaşa ve Eskişehirspor takımlarının kalecilerini tamamen ayarladı. Böyle bir mantığı yanlızca "Arda ile Messi'yi kıyaslamayan, Arda'yı Messi'nin üzerine biraz para ile yollarım." diyen bir adam yapabilirdi zaten. Kendisini tebrik ediyorum.

Ankaragücü – Fenerbahçe karşılaşmasından önce Ankaragücü Asbaşkanı Ayhan Atalay’ın açıklamalarını nasıl buluyorsunuz?

İpe sapa gelmez konuştu. Melih Gökçek bile rahatsız oldu. Melih Gökçek Ankaragücü’nün Onur Başkanı. Şunu düşündüm. Ben Ankaragücü yöneticisi olsam ve Fenerbahçe ile bu maçı satma üzerine bir anlaşma yapmış olsam ancak böyle konuşurum ki millet şüphelenmesin. Aklı başında bir kişinin konuşması değil bunlar. Bu kadar ipin ucunu kaçırmanın da bir amacı olması lazım. Fenerbahçe, Eskişehirspor ve Kasımpaşa’yı yendiği gibi Ankaragücü’nü de yendiği zaman kimse itiraz etmeyecek. Çünkü öyle bir zemin hazırlanıyor gibi geldi bana. Tatsız ve karanlık bir maç olacaktır.

Hıncal Bey burada iyice zıvanadan çıkıyor. 100. yılını kutlayan bir camianın saçma sapan konuşan yöneticisi üzerinden kulübün maçı Fenerbahçe'ye sattığını söylüyor. Birde bu açıklamaların maçı satanlar tarafından özellikle yaptırıldığını söylüyor. Söylüyor da ne dediğini bilmiyor. "Şunu düşündüm" diye bir kelime var yazısında. Evet sayın Hıncal Uluç böyle bir düşünceyi yalnızca sizin gibi insanlar düşünür.

Rahmetli Başkan Özhan Canaydın'ın Lig Tv'ye yaptığı açıklamalar geldi aklıma. Hıncal Bey'in bir konuda haksız olduğunu kendisine kanıtladığını, bunu canlı yayında tartışmak istediğini söylediğinde, "ben Türkiye'ye canlı yayında haksızım" demem dediğini söylemişti.

Her neyse. "Arda ile Messi'yi kıyaslamam" diyen bir adamın yazısını neden okudum bende bilmiyorum. Sadece Alzehimer belirtileri gösteren Hıncal Uluç'a acil şifalar diliyorum.


28 Nisan 2010 Çarşamba

Kobe Bryant'ın sorunu ne?

Kobe Bryant Nba sahnesine ilk adım attığında afro tarzı saçlarıyla çok itici bir oyuncuydu. Bencil ve antipatikti. Pek çok insanı Lakers düşmanı yaptı. Sırf Kobe'yi sevmediği için Lakers yenilsin isteyen insanlar yarattı. Fakat ilerleyen yıllarda, takımın komutasını ele aldığında işler değişti. Artık daha fazla sorumluluk almaya ve daha çok topu paylaşmaya başladı. Eski halinden eser yoktu. Kariyerinin o dönemlerinde inanılmaz şeyler başardı.
Sonraları yaşlanmaya, o fantastik smaçları yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Fakat artık daha iyi defans yapıyordu. Şutları, özellikle post-up sonrası fade away şutunu o kadar çok geliştirdi ki durdurulamaz oldu. Bu sezon yine aynı şut yüzdesi ile başlamıştı. Biraz daha yavaşlamıştı fakat bunu hissettirmiyordu. 11 Aralık günü sağ el işaret parmağını kırıp, bir müddet bu şekilde oynayınca her şey değişti. Şut ritmi o kadar çok bozuldu ki istatistikleri bir anda aşağıya doğru düşmeye başladı. Daha sonra dizinden sakatlandı. Bir kaç ufak sakatlık daha yaşadı bu süreçler içerisinde fakat hiçbir zaman şikayet etmedi. Sürekli olarak takımın yanında ve sahadaydı.
Fazla dinlenme şansı bulamadan, Nba'in en genç takımına karşı oynamak zorunda kaldı. Bu gece oynanan serinin 5. maçında sadece 29 dakika sahada kaldı. 13 sayı attı, 7 asist, 2 top çalma ile oynadı. Eskisi kadar hızlı olmadığı için kolay düdükler çıkartamadı bu sefer.
Kobe serinin beşinci maçına çıkmadan önce %38 ile şut atıyordu. Peki ne olmuştu ona? Sadece sakatlıklar diyebilir miyiz? Evet sakatlıklar çok büyük bir etken. Sağ el işaret parmağı kırık olduğu için şut yüzdesi düşük. Tabi dizide bu şutların kaçmasında önemli bir neden. Maalesef eskisi kadar yukarı zıplamasın da yardımcı olmuyor dizi. Buda Kobe'nin alıştığı açıdan şut atmasını imkansızlaştırıyor. Bu etkisinin haricinde diz sakatlığı Kobe'ye en kötü darbeyi hızını yavaşlatarak vuruyor. Kobe artık eski hızında değil dikkat ederseniz.
En önemlisi ise artık Kobe 31 yaşında. Artık yaşlandı. "Dur, Ne yaptın? Adam daha genç!" diyorsanız, haklısınız. Fakat benim yaş olarak kastım, Nba'de 14. sezonunu yaşıyor olmasından kaynaklanıyor. Bu playoff serilerini o kadar çok yaşadı ki artık omuzlarındaki yük onu gerçekten yormaya başladı. Düşünün, 14 sene boyunca en üst düzey takımda, sürekli olarak şampiyonluk isteyen bir taraftarın karşısında oynuyorsunuz. Oynamakla kalmıyor, bu takımın en önemli yapı parçasını oluşturuyorsunuz. Sürekli olarak sizden en iyisi isteniyor. Mental olarak ne kadar çok yorulup, ne kadar çok yıpranacağınızı düşünün.
Kobe'nin sorunları çok fazla ama tekrar ayağı kalkacaktır. Alıştığımız performansını gösterecektir. Lakin biraz sabırlı olmakta fayda var. OKC serisi sonrası karşılarına kim gelirse gelsin, gerçek Kobe orada ortaya çıkacaktır. Ona bu yüzden "Siyah Mamba" deniyor.
Peki Kobe eskiye döndükten sonra ne olur? Konferans finali oynar, LeBron'a kaybeder. Tatilini yapar ve (bunu istediğim için yazıyorum, yoksa kesin bir şey yok) yazın Dünya Şampiyonası için ülkemize sağlıklı bir şekilde gelir.
.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Win or Go Home!


8 Haziran 2008... Boston Celtics - Los Angeles Lakers final serisi 2. maçı. Leon Powe adında normal sezonda pek varlık gösterememiş bir adam oyuna giriyor. Hemde mecburiyetten. Fakat bütün seriyi değiştiriyor kökünden. Denver'ın 48. sıradan Draft ettiği, fakir bir genç. Hayat hikayesi gerçekten yürekleri dağlamıştı. Peki neden sezon içerisinde duymadık o hikayeyi? Neden Amerikan basını paylaşmak için bekledi bu hikayeyi? Bir haber değeri yoktu evet. Çünkü normal sezonda yaptıklarınızın çok önemi yoktur. Sayı kralı olmanız, en fazla ribaund çeken oyuncu olmanız dışında, sizin benchten gelip katkı yapmanız pek umursanmaz bir kaç hafta haricinde. Playofflar sizin NBA kariyerinizi çizer. Tıpkı Powe'ın kariyeri gibi. 14 dakikada 21 sayı attı Powe. Her top için kendini yerlere attı. Biliyordu ki bu onun için en değerli şanstı. Eline geçen şansı çok iyi değerlendirdi Powe.
2009 finalleri. Orlando Magic - Los Angeles Lakers serisi. İkinci maçta Orlando Magic deplasmanda maçın bitişine 0.08 kala, skor berabere iken son topu kullanma şansı elde etti. Hidayet sezon içerisinde 2-3 kez yaptıkları gibi topu çembere doğru fırlattı. Courtney Lee henüz çaylak sezonunda hayatı boyunca eline geçebilecek en büyük şansı havada yakaladı. Potaya doğru bıraktı topu. Fakat savunma olmamasına rağmen top çemberden içeri girmedi ve maç uzatmaya gitti. Uzatmada kazanan Lakers oldu. Sezon içerisinde takımına, bir çaylaktan beklenmeyecek derecede çok katkı veren Lee bir anda unutuldu. Bir çaylak için fazla sayılabilecek cesaretine, korkusuz oluşuna bakılmadı. Sezon başı takasta kullanıldı.
Buna benzer pek çok örnek vardır NBA tarihinde. Pek çok isim bu şekilde yıldız olmuştur. Sezon içerisinde yaptığınız, gelecek sezon için bazı takımların dikkatini çekebilir. Fakat üst düzey bir yıldız olmak istiyorsanız Playoff'lar ve Final serisi bu hayalinizi gerçekleştirebileceğiniz tek arenadır. Kevin Durant geç ve yetenekli bir yıldız. NBA sayı kralı olmuş bir yetenek. Peki tek başına Thunders'a tur şansı getirebilecek mi? Kariyeri devam ettiği müddetçe serinin 3. maçındaki boş smaçı kaçırdığını kaç kişi unutacak?
Playoff'lar başladı ve dolu dizgin gidiyor. Çok zevkli olmayan serilerde var, "işte playoff maçı budur" dedirten serilerde... Sürprizlerde oluyor. Az önce biten San Antonio - Dallas serisindeki gibi. Kimsenin (benimde) şans tanımadığı SAS 3-1 öne geçti seride. 4-2 alacaklar gibi duruyor seriyi. Suns - Blazers serisi ise kimsenin tahmin bile etmediği bir şekilde gidiyor. Şu anda durum 2-2. Fakat Suns 4-2 alacak seriyi. Bu sürprizlerin dışında sanırım tek sürpriz sayılabilecek sonuç Chicago'nun LeBron'dan 1 maç almayı başarması. Gerçi bu akşam "The King" 47 sayı atarak, "yeter" dedi. Finallere kadar her gece yazmaya çalışacağım bütün seri ve maçları. Bizi izlemeye devam edin. (: